20 Nisan 2020 Pazartesi

                       MISIR MİTOLOJİSİ 







Mısır mitolojisi ve Mısır dini, ibrahimi dinler öncesi, yaklaşık 3 bin yıldan uzun bir süre Mısır'daki insanların inançlarının ve dini uygulamalarının bütünüdür.

Mısırlılar başlangıçta evrenin kaosun kara sularıyla dolu olduğuna inanırlardı. İlk tanrı, Re-Atum, aynı Mısır karasının Nil'in taşan sularından her sene ortaya çıkışı gibi sudan (yükseldi ve) ortaya çıktı. Re-Atum'dan Şu (hava)ve Tefnut(nem) ortaya çıktı. Şu ve Tefnut'un iki çocuğu olduğu zaman dünya yaratıldı: Nut (gök) ve Geb(yer). Şu ve Tefnut karanlıklarda gezerken kaybolunca insanlar yaratıldı. Zira Re-Atum gözünü onları aramaya gönderdi ve onlara kavuştuğunda döktüğü sevinç gözyaşları insanlara dönüştü. Osiris Re-Atum'un oğlu ve Mısır'ın kralıydı. Erkek kardeşi Seth ise evrendeki kötülüğü temsil etmekteydi. Osiris'i öldürdü ve kendisi kral oldu. Osiris'i öldürdükten sonra vücudunu parçalara ayırdı, fakat İsis bu parçalardan çoğunu kurtardı. Seth kendisini kral yapmış olsa da Osiris'in oğlu Horus tarafından yenilgiye uğratıldı. Yenilen Seth çöle sürüldü ve fırtınaların tanrısı oldu. Osiris Anubis tarafından mumyalanmış ve ölülerin tanrısı olmuştur. Horus kral ve firavunların atası oldu. 

ÖLÜM VE MUMYALAMA

Antik Mısır'da çok kompleks ve gelişmiş bir ahiret inancı ile birlikte ölü bedeni ve ruhu huzurlu bir ahiret hayatına hazırlamak için yapılan birçok ayin ve uygulama vardı. Ruh ve ahirete dair inanç özellikle vücudun korunmasında yoğunlaşmıştı. Buna göre tahnit ve mumyalama, kişinin kişiliğini ve kimliğini ahirette koruyabilmesi için uygulanmaktaydı.
Mumyalama işlemi ölüyü öbür dünyadaki yaşamına hazırlamak için yapılan bir dizi törenden sadece başlangıç olanıdır. Bu işlem insanların yanı sıra boğa, timsah, kedi gibi hayvanlar içinde yapılmaktaydı. Arapça ve Farsçada "Mumiya" doğada bulunan katran ve bunun karışımlarına denilir,ilaç olarak da kullanılırdı. Gerçekte ölünün bedenini konserve edercesine korumak için yapılan "Tahnit" işleminde katranın kullanılması, onu mumya ile eş anlamlı yapmıştır.
Mumyalama işlevi şöyle gerçekleştirilirdi:
Önce ölü yıkanir. Burnundan sokulan aletlerle beyin çıkartılır.
Göz ve ağız boşukları, yağlı keten tamponlarla doldurulup göz kapakları kapatılırdı.
Rahip habeş denilen keskin bir opsidyenle vücudun sol tarafını açarak,içindekileri tamamen boşaltır ve bunları "Kanopik" denilen çömlek ve vazoların içine koyardı. Boşalan karın kısmı ve kadınların göğüs içleri,hurma şarabı ve kokulu bitkilerle temizlendikten sonra, reçine, tarçın, soğan ve kokulu mir ile karıştırılmış ağaç talaşı yerleştirilirdi.
Açılan yerler dikildikten sonra Mısırlılar'ın "Net-jeryt" denilen ve kahire yakınlarındaki bir vadide bulunan "Natron" tozu sodyum karbonat veya Sodyum Klorit (tuz) ile karıştırılan madde içinde 40 veya 70 gün (soylular için 272gün) bekletilirdi. Böylece vücuttaki nem absorbe edilir, organik yapı antiseptik korumaya alınırdı. Bir çeşit insan salamurası olan bu işlemin sonunda eller göğüste veya karın üzerinde birleştirilerek vücut yatar durumuna getirilir ve kurutulurdu.
Son dönemlerdeki inanca göre, ölünün ruhu adadaki Duat'taki bir mahkeme salonuna Abis (mumyalama tanrısı) tarafından götürülür ve ölünün kalbi, ki kalbin kişinin ahlaki durumunun kaydı olduğuna inanılırdı, Ma'at'ı (Hakikat ve Adalet) temsil eden bir tek tüye karşı tartılır. Eğer sonuç olumlu ise ruh Osiris tarafından Aaru'ya götürülür, yok eğer sonuç olumsuzsa iblis Ammit (Kalp Yiyici) - yarı timsah, yarı aslan ve yarı hippopotam - tartılmış olan kalbi yer (ve böylece yok eder) ve ruh Duat ta kalmaya mahkûm edilir.atum tasviri
https://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Atum,_Nordisk_familjebok.png

                           İSKANDİNAV MİTOLOJİSİ


https://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Idun_and_the_Apples.jpg
Nors,Cermen veya İskandinav mitolojisi, İskandinav insanlarının Hristiyanlık öncesi dinleri,inanışları ve efsaneleridir. M.Ö. 1000 yıl sonrasında, birçok avrupa ülkesinde Indo-Avrupa dili konuşuluyordu. M.Ö. ilk bin yılın ortalarında Alman kabilelerinden Güney İskandinavya ve Kuzey Almanya bölgesinde yaşamışlardı. Onların yayılmaları ve ilerlemeleri M.Ö. 2. yüzyılla kadar devam etti. Bu yüzden İskandinav ve Alman mitolojileri aynı temeller üzerindedir ve birçok ortak noktası vardır. Snorri Sturluson'un Eddası (1179-1241) bu efsanelerin çoğunu içerir. Mitolojinin yaratılış detaylarını çok çeşitli kaynaklara dayanarak sadece Snorri kaleme almıştır.
Başlangıçta boşluk vardı (Ginnungagap). Dünya daha var olmadan önce 11 nehir akan Niffleheim'da ölüm var oldu. Niflheim'ın güneyinde başka bir sıcak dünya daha oluştu; Muspell; Devlerin koruduğu yer. Devler buraya Stur yani Siyah dediler. Niflheim'ın nehirleri donmuştu. Bu nehirlere Ginnungagap dendi. Günün birinde Muspell'deki kıvılcımlar nehirlerin üzerine düştü ve nehirleri eritti. Erimiş nehirlerden oluşan damlacıklar Ymir'i şekillendirdi ve Ymir'in terinden diğer dişi ve erkek devler oluştu.
Yaratılış efsanesinin bir başka versiyonu daha vardır:
Eriyen damlalar en ilkel inek şeklini aldılar. Audhumla; sütüyle Ymir'i besleyen inek. Audhumla aynı zamanda tuz parçalarını yalayarak bu bloklara ilk insan şeklini verir. İlk insan Buri. Buri'nin, bir devin kızı olan Bolthor ile evli bir oğlu vardır; Bor. Bolthor'u Odin,Vili ve Ve birleşerek Bor'a uygun bir biçimde yarattılar.Ve şeklinden dolayı Ymir'i öldürdüler. Ve sonra iki tane ağaç yarattılar. Düşünen, nefes alan, duyan ve de görebilen iki ağaç... Bu ağaçlar insan ırkının ilk modelleriydi. Erkeğe Askr (ash tree → kül ağacı), dişiye de Embla (Sarmaşık) dediler. Ardından Asgard'ı yarattılar. Tanrıların meskenini. Snorri diğer birçok versiyonda kader ağacı Yggdrassil'den bahseder. Onun ne kadar ihtişamlı olduğunu, dünyanın merkezinde nasıl görkemli bir şekilde yükseldiğini tasvir eder. Ağacın altındaki kader feminen formu olarak tasvir edilir ve insan hayatının buradan başladığı düşünülür.
Bazı versiyonlarda da Tanrıların büyük meclisinin burada toplanıp kararlar aldığından bahsedilir. Bu ağaç üç köklüdür; Bu köklerden biri cehenneme kadar uzanır, diğeri devler ülkesine gider ve sonuncu kök de insanların dünyasına gider. Bütün dünyanın mutluluğu bu ilk ağaca bağlıydı. İskandinav tanrıları iki grupta toplanır; Aesir ve Vanir tanrıları. Aesir'in en önemli tanrıları; Odin, Thor ve bazen de Tyr, Vanir'de ki önemli tanrılar ise Njord, Frey ve Freya dır. Vanir; Zenginlik, verimlilik ve doğurganlığı simgeler. Doğurganlığı sembolize eden toprak ve denizle sembolleştirilmiştir Vanir. Aesir; Diğer bütün değerlerle sembolleştirilmiştir. Odin bir büyücüdür, tanrıların şefidir ve tüm kahramanların başıdır. Thor, çekicin tanrısıdır ve havaya hükmeder. Birçok öyküde bu ikili barış içinde yaşarlar ve birbirlerine yardım ederler. En önemli mitolojik hikâyeler uzak geçmişte bir zamanda, Vanir ve Aesir arasında çok vahşi bir savaşın çıktığından bahseder. Bazı bilginler bu savaşın Alman ırkının diğer ırklarla karşılaşmasının bir yansıması olarak görürler. Georges Dumezil ve Jan De Vries, tanrılar arasındaki savaş ve bölünmenin Indo-Avrupa mitolojisinin bir parçası olduğunu ortaya çıkardılar.
Bilinen üçlü; sihirsel güçleri adilce kullanan Odin ve Thor tarafından yaratılmıştı.Tyr savaş tanrısı ve Vanir bolluk tanrısı beraberce hiyerarşiyi bozguna uğratmışlardı. İskandinav mitolojisinde Odin ve Thor arasındaki çelişki, bütün tanrılık statülerinin Vanir'de kalmasıyla başladı. Aesir'e bir kadın olan Gullveig'i (Altın sarhoşu) göndererek yalvardılar. Daha sonra da savaş çıktı. Her iki tarafta tükendikten sonra, iki taraf kendi grup üyelerini değiş tokuş etti. Vanir Njord ve oğlu Frey'i ,Aesir ise Mimir ve Hoenir'i verdi. Bu geçici barış tüm tanrıların toplanarak Kvasir' i yaratmalarıyla kutlandı. Kvasir barış ve mutluluğun sembolü daha sonra kurban edildi. Ve kanından tanrılar için bir içki yaratıldı. Böylece Kvasir Tanrıları sarhoş eden ve ozanlara ilham veren bir içecek olmuştu.
Önemli bir başka mitolojik efsane de Balder ve Loki'yi anlatır. Odin'in oğullarından Balder burada akıl, sevgi ve bilginin tanrısı olarak karşımıza çıkar. Cennette Glitnir denilen bir yeri korumaktadır. Her türlü anlaşmazlıkta bütün tanrılar onun adaletine güvendiklerinden ona gelirler ve burada Balder'in adaleti sağlaması beklenir.Ve Balder adaleti yerine getirir. Loki Aesir tarafından evlat edinilmiş bir devdir. Loki ve Odin aralarında bir dostluk antlaşması yapmışlardı. Bir gece Balder kendi ölümü hakkında çok rahatsız edici bir rüya görür.Annesi Frigg, su, ateş, doğadaki bütün elementlere, kuşlara, canavarlara, toprak ve taşlara, Balder'a zarar vermemeleri için yemin ettirir. Böylece Balder Ölümsüz olur. Bundan sonra Aesir Balder'ı ortalarına alıp onunla eğlenmeye başlar. Ona küçük ok, taş vs. şeyler atarlar. Bu yeminden dolayı Balder sadakatsizliklle karşı karşıya kalmıştır. Loki bu dramayı görünce merak eder ve kadın kılığında Frigg'in yanına giderek ona neler olduğunu sorar. Frigg de ona yeminden bahseder ve yeminin içine katılmayan tek şeyin ökse otu olduğunu da sözlerine ekler. Bunu duyan Loki hemen Aesir'e sunulmak üzere ökse otu getirir. Bunu kör tanrı Hoder'e kendi isteği ile verecek ve böylelikle Balder'a acı çektirme oyununa o da katılabilecektir. Balder'a ökse otundan yapılmış ok atılır ve Balder ölür. Aesir bu olayın suçlusundan intikam almak ister ama bulundukları yerin kutsallığından dolayı bunu yapamazlar. Balder Hel'e gidecektir,yani tüm ölülerin gittiği yere çünkü o bir savaşçı değil ve bir savaşta ölmemiştir dolayısıyla da kahramanların yeri olan Valhalla'ya gidemez. Balder Hel'den ancak Odin onun çıkmasına izin verdiğinde ve aynı zamanda yaşayan ve ölü olan her canlının onun için gözyaşı döktüğü zaman çıkabilecektir. Aksi takdirde sonsuza dek orada kalmaya mahkûm olacaktır. Bu kehanet üzerine Aesir bütün dünyaya elçiler yollar. Doğaya, insanlığa, tanrılara ve onlara Balder için gözyaşı dökmelerini emreder. Bunu tüm yaşayanlar kabul eder. Tabii ki Devlerin kraliçesi Thork (kılık değiştirmiş Loki) hariç. Ve ağlamamak için de kesin kararlıdır. Aesir Thork'un Loki olduğunu fark ettiğinde, onun bu şeytanca oyunlarına son vermesi için zincire vurur.
Kehanete göre Loki bir gün bir şekilde zincirlerini kıracak ve bu bütün şeytanların canavarların ve devlerin tanrılara karşı olan büyük savaş Ragnarok'ta kaybedeceğinin işareti olacaktır. Ragnarok'ta Odin kurt Fenrir tarafından yenilir. Daha sonra da Fenrir Odin'in oğlu Vidar tarafından öldürülür. Bu olaydan sonra tanrılar arasındaki korkunç savaşlar başlar. Tanrı Heimdall ve Loki karşı karşıya gelip birbirlerini öldürene kadar savaşırlar. Ve daha sonra Dünya bir ateşle yok edilir. Evren denizin dibine batmaya başlar. Bu son tekrar doğuşla kendini devam etirir. Dünya denizden tekrar yükselir, yeşillenir, bitkilerle dolup taşar. Aesir'in ölü oğulları Asgard'a geri döner ve atalarının yolunu izlerler.

19 Nisan 2020 Pazar

          FRANSIZ İMPARATORLUĞU


Günümüz Fransa'sının sınırları hemen hemen eskiden Kelt Galyalıları(Fransızca: Celte Gaulois, okunuşu: selt golwa) tarafından yurt edinilen Antik Galya'nın (Fransızca: Gaule, okunuşu: gol) sınırlarıyla aynıdır. Galya, MÖ.1 yüzyıldaRoma İmparatoru Julius Caesar tarafından ele geçirilince Galya halkları yavaş yavaş Roma kültürünü ve Roma dilini benimsediler. Daha sonra zamanla bu dil kendi içinde değişerek çağdaş Fransızcanın temellerini oluşurdu. Fransa topraklarında Hristiyanlık ilk olarak MS 2. ve 3. yüzyıllarda görüldü ve sonraki iki yüzyıl içinde öylesine hızlı yayılma olanağı buldu ki, Aziz Jerome yazılarında Galya'nın "sapkınlıktan kurtulmuş" olan tek bölge olduğunu yazdı.

MS 4. yüzyılda, Galya'nın Ren Nehri kıyısındaki doğu sınırları Germen boyları tarafından yönetiliyordu. Bu topluluklar içinde en etkili olanı, Fransa'ya antik Francie adını da veren Franklardı. Günümüzde kullanılan Fransa adıysa Paris dolaylarında bulunan Capet krallarının yönettiği derebeyliğin bulunduğu bölgenin adından gelir. Roma İmparatorluğu'nun düşüşünden sonra, Avrupa topraklarında yayılan Germen boyları içinde Franklar, Aryanizm'e değil de, Katolikliğe giren ilk topluluklardı. Bu nedenle Fransa'ya “Kilisenin en büyük kızı” (La fille ainée de l’Église) sıfatı verilmiş, Franklar da buna dayanarak kendilerini “Fransa'nın en iyi Hristiyanları” olarak adlandırmışlardır.
Ayrı bir ülke olarak Fransa tarihinin başlamasıysa 843 tarihli Verdun Antlaşması uyarınca Karolanj İmparatorluğu'nun Doğu Frank Krallığı, Batı Frank Krallığı ve Orta Frank Krallığı olarak üçe ayrılmasıyla başladı. Batı Frank Krallığı hemen hemen bugünkü Fransa topraklarını kaplıyordu ve nitekim çağdaş Fransa'nın temelleri bu krallık üzerine kuruldu.

Montsoreau Şatosu (yaklaşık 1450) Fransa'daki ilk Rönesans binasıdır.
Karolenj Hanedanı Fransa'yı 987 yılında Fransa Dükü ve Paris Kontu Hugh capet'nin, Fransa kralı olarak taç giymesine kadar yönetti. Onun soyundan gelenler ile Valois ve Bourbon hanedanları da aşamalı bir dizi savaşla ülkede birliği sağladılar. Krallık yönetimi 17.yüzyılda ve kral XIV.Louis'nin döneminde doruğa ulaştı. Bu süreçte Fransa, Avrupa kıtasının en kalabalık ülkesi hâline geldi ve Avrupa kültürü, politikaları ve ekonomisi üzerinde en etkili güçlerden biri oldu. Fransızca dönemin diplomasi dili oldu ve uzun süre bu niteliği koruyarak kaldı. Aydınlanma çağı da büyük ölçüde Fransız entelektüel çevrelerinde gerçekleşti. Fransız bilim insanları 18. yüzyılda büyük bilimsel buluşların altına imzalarını attılar. Ayrıca Fransa bu dönemlerde Afrika, Amerika ve Asya kıtaların da birçok denizaşırı toprak edindi.





https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/b/be/Chateau_de_Montsoreau_Museum_of_contemporary_art_Loire_Valley_France.jpg/800px-Chateau_de_Montsoreau_Museum_of_contemporary_art_Loire_Valley_France.jpg

KRALLIKTAN CUMHURİYETE

Fransa'da krallık sistemi 1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi'ne dek hüküm sürdü. Fransız Devrimi sırasında dönemin Fransa kralı XIV. Louis ve eş Marie Antoinette ile onlara yakınlığı olduğu düşünülen yüzlerce Fransız vatandaşı öldürüldü. Kısa süreli bir dizi yönetim denemesinden sonra Napolyon Bonapart 1799'da cumhuriyetin kontrolünü ele aldı ve kendini önce Birinci Konsül, daha sonra, günümüzde Birinci İmparatorluk(1804-1814) adıyla anılan devletin imparatoru ilan etti. Napolyon Savaşları olarak bilinen bir dizi savaşın ardından, Bonaparte ailesinin yardımıyla Napolyon kıta Avrupasının büyük bölümünü ele geçirdi. Yeni elde edilen bu topraklara daha sonra Bonaparte ailesinin üyeleri Fransa'ya bağlı kral olarak atandı.
1815 yılında yapılan Waterloo Savaşı'nda Napolyon'un son yenilgisinden sonra Fransa'da krallık yönetimine geri dönüldü. Ancak bu kez kralın yetkilerine anayasal kısıtlamalar getirildi. 1830 yılında çıkan bir sivil ayaklama olan Temmuz Devrimi'yle Bourbon Hanedanı tümüyle kaldırılarak anayasal krallığa dayanan Temmuz Monarşisi getirildi. Bu yönetim biçimi 1848 yılına dek sürdü. Bu arada kurulan İkinci Cumhuriyet oldukça kısa süreli oldu ve 1852 yılında III.Napolyon ikinci imparatorluğu kurunca yıkıldı. 1870 yılında başlayan Fransa-Prusya savaşı'nda yenilen III. Napolyon bunun üzerine tahttan indirildi ve bu yönetim rejimi de Üçüncü Cumhuriyet'in kurulmasıyla fesholundu.
Fransa 17.yüzyıldan başlayarak 1960'lara dek bir sömürge devleti kimliğiyle var oldu. 19. ve 20. yüzyıllarda dünyanın dört bir yanında edindiği sömürge toprakları Fransa'yı İngiltere'den sonra ikinci büyük sömürge imparatorluğu haline getirdi. 1919 ve 1939 yılları arasında gücünün doruklarındayken Fransa Sömürge İmparatorluğu'nun yüz ölçümü 12.347.000 kilometrekareye erişti. Fransa'nın Avrupa'daki toprakları da işin içine katılınca 12.898.000 kilometrekareye ulaşan Fransız egemenlik sahası dünya topraklarının %8.6'sını kaplar durumdaydı.

9 Mayıs 1950 tarihli Schuman Bildirgesi Avrupa Birliği'nin kuruluş atağı olarak tanımlanmaktadır.
I.Dünya Savaşı'ndan da, II.Dünya Savaşı'ndan da galip taraf olarak çıkmasına karşın Fransa büyük bir insan kaybına ve maddi zarara uğramış, Avrupa'daki toprakları her iki savaşta da yer yer ya da tümüyle Alman güçlerince işgal edilmiştir. 1930'lu yıllara Halk Cephesi Hükümeti'nin yaptığı toplumsal yenilikler Fransa'ya damgasını vurmuştur. II. Dünya Savaşının sonrasında Dördüncü Cumhuriyet kurulmuş ve Fransa'nın dünya siyasi ve ekonomik politikalarında etkili bir güç olarak kalabilmesi için ülkenin mevcut durumunun korunmasına çalışılmıştır. Fransa o zamana dek elinde bulundurduğu sömürge topraklarını korumaya çalışmışsa da daha sonra bu konuda sorunlar yaşamıştır. 1946'da Çinhindi'nin yönetimini yeniden ele geçirmek için yapılan harekât Birinci Çinhindi Savaşı'nın çıkmasına neden olmuş ve 1954 yılında Dien Bien Phu Çarpışması'nda Fransız güçleri bölgesel güçlere karşı yenilerek bölgeden çekilmişlerdir. Bundan yalnızca birkaç ay sonra, Fransa Cezayir halkının başlattığı bağımsızlık savaşında yine, hatta daha sert bir direnişle karşı karşıya kalmıştır.
O dönemde Pied-Noir adı verilen milyonlarca Avrupa kökenli sakini olan Cezayir'in kontrolünü bırakıp bırakmamak konusunda Fransa'da büyük tartışmalar yaşanmış ve ülke bir iç savaşın eşiğine gelmiştir. 1958 yılında istikrarsız ve zayıf durumda bulunan cumhuriyetin yerine, yeni bir anayasa oluşturulması öngörülerek cumhurbaşkanının yetkilerini artıran ve günümüzde de hâlâ süren Beşinci Cumhuriyetin kurulması kararına varılmıştır. Kurulan bu son cumhuriyetin başkanlığına Charles de Gaulle gelmiş ve Gaulle Cezayir'deki savaşı bitirecek önlemleri alırken ülkeyi de birlik içinde tutmayı başarmıştır. Cezayir Bağımsızlık Savaşı,Cezayir'in başkenti Cezayir'de yapılan barış görüşmeleriyle 1962'de çözümlenmiş ve bu olay Cezayir'in bağımsız bir ülke olmasıyla son bulmuştur.
Son yarım yüzyıl içinde Fransa'nın Almanya'ya karşı yürüttüğü barışçıl tutum ve iş birliği ilişkileri Avrupa Birliği'nin ekonomik bütünleşmesinde esas teşkil etmiştir. Bu olumlu havanın en önemli sonucu ocak 1999'da Euronun birlik üyesi ülkeler arasında ortak para birimi olarak kabul edilmesi olmuştur. Avrupa Birliği'nin önde gelen güçlerinden olan Fransa'da seçmenler Avrupa Birliği Anayasası oluşturmak için hazırlanan antlaşmayı halkoylamasında reddetmişse de, bu anayasa taslağının kapsadığı hükümleri bir antlaşma içinde uygulamaya sokmayı öngören Lizbon Antlaşması, Şubat 2008'de Fransız Parlamentosu'nda kabul edilmiştir.


İSPANYOL İMPARATORLUĞU

İspanyol İmparatorluğu, beş kıtada toprağı olan, dünyanın ilk küresel imparatorluğudur. İspanyol İmparatorluğu, İspanya veya İspanya hükümdarları tarafından fethedilen, miras kalan veya el konan arazileri kapsar. Bu arazilere Kuzey ve Güney Amerika’nın geniş kesimleri de dahildir. Hak iddia edilen ancak hiç ele geçirilemeyen topraklar da mevcuttur. Toplam arazilerin yüzölçümü 18. yüzyılın sonunda 18 milyon kilometre
kare civarındadır. 16. ve 17. yüzyıllardaki kıtalararası yapısına rağmen koloni imparatorluğu deyimi 1768 yılı itibarıyla kullanılmaya başlanmıştır.19. yüzyılda ise devlet yapısı tamamen kolonisel bir yapıya dönüşmüştür.
Tarihçiler arasında İspanya’nın topraklarının belirlenmesi konusunda bir anlaşmazlık bulunmaktadır çünkü farklı tarihsel dönemlerde kralın, hanedanın veya İspanya’nın toprakları farklılık göstermekte, miras yoluyla alınan veya kralın oturduğu bölgenin yapısı değişik olmaktaydı. Örneğin Hollanda’nın durumu ele alınırsa bu topraklar İspanya’nın sayılmakla beraber, bu toprakları İspanyol İmparatorluğunun parçası olarak değil, Asturias Hanedanı' nın parçası sayan tarihçiler de bulunmaktadır.İspanyol İmparatorluğu dünya çapında ilk imparatorluktur çünkü ilk kez bir imparatorluğun her kıtada arazileri bulunmaktaydı. Bu yüzden Roma veya Karolenj imparatorlukları bu kapsamda dünyanın diğer bölgeleriyle kopuk durumda değerlendirilmektedir.


Kastilya, Portekiz ile birlikte Avrupa kıtasındaki coğrafi keşiflerin ve okyanus ötesi ticaret yollarının öncüsüydü. Ticaret yolları,Atlantik Okyanusunda İspanya ile Amerika kıtasını Pasifik Okyanusunda ise Filipinler üzerinden Asya ile Meksika’yı birleştirilmekteydi. İspanyol fatihler Amerika’da, Asya’da, Afrika’da ve Okyanusya’da çok değişik kültürel özelliklere sahip toprakları keşfetmiş ve ele geçirmiştir. İspanya ve daha öncesinde Kastilya Krallığı büyüyerek, bu bölgeleri kolonileştirmiş ve dünyada o zamana kadar görülmemiş büyüklükte bir ekonomiye sahip olmuştur. 1580 yılında Portekiz İmparatorluğunun da kapsanması[3] ve Amerika’daki kolonilerin 19. yüzyılda kaybedilmesi arasında geçen süre zarfında toprak büyüklüğü olarak en büyük imparatorluklardan birisidir. 18. yüzyılda yaşanan iflaslar ve askeri yenilgiler ise sonun başlangıcı olmuştur. Hanedanlar arası evlilikler sayesinde Avrupa’da geniş araziler elde edilmiştir. Önce Aragon ve Burgondiya, daha sonra da Avusturya Hanedanlarıyla birleşme sağlanmıştır. İspanya denizde de, Yenilmez Armada sayesinde askeri üstünlüğe sahipti, bunun yanı sıra askerleri dönemin en iyi eğitimli askerleriydi. Genel olarak bakıldığında İspanyol İmparatorluk Ordusu altın çağını 16. yüzyılda yaşamıştır. Bu kadar geniş topraklara sahip imparatorluk sürekli olarak düşmanlarıyla savaş halindeydi. Bu savaşların sebepleri toprak anlaşmazlıkları, ticari ve dini konulardaki çıkar çatışmalarıydı. Akdeniz’de Osmanlı İmparartorluğuyla, Avrupa kıtasında Fransa’yla, Amerika’da Portekiz ve daha sonraları İngiltere ile savaş içinde oldu. Daha sonra ise bağımsızlık mücadelesi veren Hollanda ile yoğun savaşlar yaşanmıştır. Sürekli yaşanan savaşlar, Avrupa’da yeni yükselen güçlerle rekabet, siyasi ve dini çelişkiler ve savunulması çok zor olan muazzam genişlikte topraklar yüzünde imparatorluk gerilemeye ve çöküşe başlayacaktır. 1648 ile 1659 yıllarında imzalanan Vestfalya ve Pireneler antlaşmaları İspanya’nın ilk imzaladığı barış antlaşmalarıdır. Bu çöküş 1713 yılında imzalanan Utrecht Antlaşmasıyla pekişmiş, İtalya ve Hollanda’daki haklarından vazgeçmek zorunda kalan İspanya artık Avrupa siyasetindeki hegemonyasını kaybedecektir. Buna rağmen İspanya denizaşırı imparatorluğunu koruyacak ve genişletecektir. Özellikle Amerika kıtasında İngiliz, Fransız ve Hollanda yayılmacılığıyla mücadele edecek ancak 19. yüzyıldaki özellikle Latin Amerikadaki bağımsızlık hareketlerinden darbe yiyecektir. Gelişmeler sonunda İspanya Amerika kıtasındaki imparatorluğunun çok küçük bir ksımını elinde tutabilecek, sadece Küba ve Porto Riko’da hakimiyeti sürecektir. Buna Asya’daki Filipinler ve Pasifik Okyanusundaki irili ufaklı adalar (Guam, Palaos vb) dahildir. 1898 yılında İspanyol-Amerikan Savaşında ise bütün bu topraklarını kaybedecektir. Son kalan adalar ise 1899 yılında Almanya tarafından alınacaktır. Bu kayıpların oluşturduğu etki çarpıcı olmuş, kaybedilen sömürgelerin yerine Afrika kıtasında sömürge arayışına girişilmiştir. Bu şekilde Fas, Sahara ,Ekvator Ginesi gibi ülkelerde hakimiyet kurulmaya çalışılsa da 1960-70'li yıllarda buralar da elden çıkacaktır.
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/9/95/Columbus_Taking_Possession.jpg/300px-Columbus_Taking_Possession.jpg


ROMA İMPARATORLUĞU

Roma İmparatorluğu, Roma Cumhuriyeti'nin Augustus liderliğinde MÖ 1. yüzyılda yeniden örgütlenmesiyle kurulan Antik Roma devletidir. Uzun yıllar Akdeniz çevresinde hüküm süren Roma İmparatorluğu, 375 yılındaki Kavimler Göçü'yle başlayan karışıklıklardan sonra 395 tarihinde doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı. İmparatorluğun batıdaki kısmı olan Batı Roma İmparatorluğu Kavimler Göçü'yle Avrupa'ya gelen Cermen kavimlerinin saldırıları sonucu 476 yılında yıkılmış, doğu kısmı da varlığını Doğu Roma İmparatorluğu veya Bizans İmparatorluğu olarak 1453'te Osmanlı İmparatorluğu'nun yedinci Padişahı II. Mehmet'in İstanbul'u fethine kadar sürdürmüştür.
"Roma İmparatorluğu" ünlü Latince Imperium Romanum'un Türkçesidir. Bu deyişte imperium sözcüğü bir bölge, vilayet anlamında kullanılmaktadır. Roma İmparatorluğu Avrupa'nın Romalıların egemenliği altında kalan kısmı için kullanılan bir isimdi, denilebilir. Aslında Roma kent sınırlarının aşılması ve yayılma politikası imparatorluk döneminden çok önce başlamıştı. Roma İmparatorluğu en geniş olduğu dönemde yaklaşık 5.900.000 km² büyüklüğündeydi. Avrupa tarihinin "klasik antikite" dönemindeki en geniş imparatorluğuydu.
Augustus'un otokrasisinden yüzyıllar önce Roma (Roma Krallığı ve Roma Cumhuriyeti) zaten İtalyan Yarımadası'nı aşmış, önemli rakiplerini yenilgiye uğratmıştı. Augustus'un reformları Roma Devleti'ni bir imparatorluğa çevirmiş, 3. yüzyılın sonlarındaki Diokletian reformuna kadar sistem büyük oranda değişmeden devam etmiştir. Diokletian reformu imparatorluğu tetrarşiye dönüştürmüştür. Her ne kadar Diokletian'ın sunduğu politik sistem kısa bir süre boyunca varlığını korusa da, imparatorluğun ikiye bölünmesine yol açmıştır. Bu da Roma'nın egemenliğinin iki yüzyıl boyunca daha Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu olarak sürdürmesine olanak sağlamıştır.
Batı Roma İmparatorluğu'nun geleneksel çöküş tarihi 4 Eylül 476'dır. Yaklaşık binyıl sonra, 1453'te, daha çok Bizans İmparatorluğu olarak anılan Doğu Roma İmparatorluğu Osmanlıların egemenliğine geçmiştir. Augustus'tan Batı Roma imparatorluğu'nun çöküşüne kadar Roma, Batı Avrasya'da egemen olmuş, nüfusun yarısını barındırmıştır.
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/3/37/DSC04496_Istanbul_-_Museo_archeol._-_Augusto_-_sec._I_d.C._-_Foto_G._Dall%27Orto_28-5-2006.jpg/330px-DSC04496_Istanbul_-_Museo_archeol._-_Augusto_-_sec._I_d.C._-_Foto_G._Dall%27Orto_28-5-2006.jpg

Roma'nın ilk imparatorunun kim olduğuna dair kesin bir yanıt vermek mümkün değildir. Tamamen teknik açıdan bakıldığında net olarak bir "ilk imparator"dan bahsetmek kolay değildir zira bu unvan Roma'nın, anayasal sisteminde bulunan resmî bir konum değil farklı rollerin birleşmesinden oluşan bir pozisyondu.
Bir Dictator perpetuo, Bu Roma Cumhuriyeti'nde resmî bir pozisyon olan diktatörlüğün kural dışı bir biçimiydi. Yasalara göre normalde bir diktatörün yönetimi asla altı aydan fazla olmazdı. Bu yüzden Sezar tarafından oluşturulan diktatörlük biçimi Roma Cumhuriyeti'nin temel ilkeleri ile oldukça çelişiyordu. Ancak ne kadar kural dışı olursa olsun resmî olarak yetkileri bu cumhuriyet unvanına dayanıyordu ve dolayısıyla da kendisi bir cumhuriyet yetkilisi olarak kabul edilir. Hiç değilse kendisi öyleymiş gibi davranıyordu. Aralarında birçoğu kendisi tarafından merhamet göstererek bağışlanmış eski düşmanlarının da bulunduğu bir dizi senatör Sezar'ın kendisini kral ilan edip bir monarşi kurmasından giderek endişe duymaya başlamışlardı. Bu yüzden Sezar'a suikast düzenlemek için bir komplo hazırlamışlar ve MÖ 44 yılının 15 Mart günü diktatör suikastçilerin bıçak darbeleriyle öldürülmüştür.
Sezar'ın siyasi vârisi, ablasının torunu olan Octavianus selefinin hatasından ders çıkarmış ve hiçbir zaman herkesin endişe ettiği diktatörlük unvanı için bir talepte bulunmayarak çok daha dikkatli bir biçimde iktidarını cumhuriyetçi yapıların ardında gizlemiştir. Bunun amacı cumhuriyetin onarıldığı hülyasını beslemekti. Octavianus kendisine Augustus (soylu, yükseltilmiş kişi) ve Princeps ("Roma Cumhuriyeti'nin birinci vatandaşı" ya da "Roma Senatosu'nun baş lideri" anlamında) gibi unvanlar edindi. Princeps devlete iyi hizmette bulunanlara verilen bir unvandı. Pompey de bu unvana sahipti.
Bunlara ilaveten Augustus'a meşe ve defne yaprağından yapılmış çelengi giyme hakkı da verilmişti. Ancak şunun altı çizilmeli ki bu unvanların ya da çelengin hiçbiri Augustus'a resmî olarak ilave güçler ya da otorite kazandırmıyordu. Resmî olarak kendisi yalnızca fazlasıyla değer verilen Roma vatandaşı bir konsüldü. Augustus, Marcus Aemilius Lepidus'un MÖ 13'te ölmesinin ardından Pontifex Maximus da oldu. Augustus bir dizi ilave, sıradışı gücü çok fazla unvan talebinde bulunmadan elinde topladı. Nihayetinde ihtiyacı olan şey unvanlar değil yetkinin kendisiydi. 




roma imparatorluğuna ilgi duyanlar için ''ROME'' dizisini tavsiye edebilirim 2 sezon ve toplam 22 bölümden oluşuyor,keyifli izlemeler:)

 YUNAN MİTOLOJİSİ                                                                                                        
Yunan mitolojisi, Antik Yunan'da dünyanın yaratılışı, tanrı, tanrıça ve kahramanların hayatı hakkındaki söylence ve öğretileri içermekle kalmayıp aynı zamanda Eski Yunan dininin gövdesini oluşturmaktadır. Günümüzde, bu mitoloji hakkındaki bilgilerimizi bu sözlü edebiyatın yazılı hallerinden alıyoruz. Tarihçiler, mitoloji hakkında daha ayrıntılı bilgi almak için o dönemin sanatındaki ipuçlarını bile toplar.
Genel olarak Yunan mitolojisi Yakın Doğu ve birçok Avrupa mitolojisini etkilemiştir. Yunan Tanrılarının her biri Romalılar tarafından kabul görmüş ve farklı isimler kullanılmıştır. Roma mitolojisi neredeyse tamamen Yunan mitolojisini baz almıştır. Yunan mitolojisindeki çoğu efsaneler de insan şeklindedir. Yunan tanrılarının yaratılış hikâyeleri seçilmiş 12 tanrı (ki bu 12 tanrı, 4 kadın ve 8 erkekten oluşur) Olimpos Dağı'nda otururlar, her şey Olymposlu Tanrılarla Titanların savaşlarıyla başlar ve Olymposluların zaferiyle son bulur. Savaştan sonra Titanlar cezalandırılır. Gaia, Khaos (Khaos zaten Titanlar tarafından yok edilmişti.), Phoebe ve Kronos (bkz.: Titan) gibi Titanlar Tartarus'a gönderilir (Tartoros bir titan fakat Tartarus sonsuzluğa kadar giden bir yeraltı yeridir.). Tartarus'ta sonsuza kadar süren bir cezaya Olimpos Tanrıları tarafından bırakılır. Yerküreyi taşımak ile cezalandırılan Atlas gibi, bununla birlikte Titanlardan Olimposluların yanına geçen Titan tanrıları da vardır Prometheus gibi,Yunan Tanrıları dünyayı Olympos Dağının tepesindeki bulutların üzerinden idare ederler. Toplamda 12 Tanrı bulunur. Bu 12 sayısı hiç bozulmaz, bir tanrı eklenirse bir başkası bu listeden çıkar. Örneğin Dionysos pantheona dahil olduğunda Hestia Olimpos'tan ayrılmıştır. Şimşeklerin efendisi Zeus nice savaşlar vererek yönetimi babası Kronos ve onun yardakçıları titanların elinden almış, 3 erkek kardeşiyle dünyayı bölüşmüştür. Çekilen kuraya göre gökyüzü Zeus'a, denizler Poseidon'a, yeraltı da Hades'e düşer. Herkes görev dağılımından sonra Olimpos'a çıkar ve dünyayı yönetmeye başlarlar.
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/6/61/William-Adolphe_Bouguereau_%281825-1905%29_-_Nymphs_and_Satyr_%281873%29.jpg/225px-William-Adolphe_Bouguereau_%281825-1905%29_-_Nymphs_and_Satyr_%281873%29.jpg
                                                                
Yunan mitolojisine göre başlangıçta Khaos vardı.[10] Yunanca anlamı açık ya da boşluk olan[11] Khaos,Hesiodos'a göre sonsuz bir boşluk. Bu boşluktan ilkin Gaia doğar, sonrasıda Ölüler Ülkesi'nin en derin yeri Tartaraos; daha sonra Eros (bazı kaynaklara göre Afrodit'in oğlu)[12]; sonra yeraltı karanlığını simgeleyen Erebos ve yeryüzü karanlığını simgeleyen Nyks(Gece) doğar.[13][14


Hesiodos'un Thegonia'sında şöyle anlatır Khaos ve sonrasında olanları.
Khaos'tu hepsinden önce var olan
sonra geniş göğüslü Gaia, Ana Toprak,
sürekli, sağlam tabanı bütün ölümsüzlerin,
onlar ki tepelerinde otururlar karlı
Olympos'un,
ve yol yol toprağin dibindeki karanlık
Tartaros'ta...
Khaos'tan Erebos ve kara Gece doğdu,
Gecedense Esir ve Günışığı doğdu,
Erebos'la sevişip birleşmesinden.[15
Düzensiz boşluktan çıktıktan sonra Gaia bir başına Uranos (Gök) ve Pontos'u (Deniz) doğurur, dağları yaratır.[16] Ardından, oğulları Uranos ve Pontos ile birleşir ve yaratılan evreni tanrısal varlıklar ile doldurur.[17] İlkin Uranos ile birleşir. Bu birleşmeden altı erkek: Okeanos, Koios, Krios, Hyperion, İapetos, Kronos altı dişi: Theia, Rhea, Themis, Phoebe, Tethys ve Mnemosyne olmak üzeri on iki tane titan,[18] Türkçeye tepegöz[19] olarak çevrilen ve tanrılara benzeyen üç Kyklop: Brontes (Gök gürültüsü), Steropes (Şimşek), Arges (Yıldırım) [20] ve yüz kollu olarak anılan Hekatonkheirler: Kottos, Briareus, Gyes doğdu.[21][22]